İş dünyasında her an, yalnızca bir kez yaşanır.
Görüştüğünüz adaylara şu soruyu sorun; Çok az insanın sizinle üzerinde anlaştığı en önemli konu nedir?
Gelecek gelmek üzere olan tüm anların toplamıdır.
Etrafımızla bağlantımızı kesen akıllı telefonlar, etrafımızın garip bir şekilde eski olduğu gerçeğinden de aslında bizi uzaklaştırıyor.
Büyük kurumlarda yeni şeyler geliştirmek zordur, tek başına yapmaksa daha zor. Bürokratik hiyerarşiler yavaş işler ve köklü menfaatler risklerden kaçınır.
Yeni bir organizasyonun yapması gereken şudur; Kabul edilmiş fikirleri sorgulamak ve işi sıfırdan yeniden düşünmek.
Açık düşünmenin ilk adımı, geçmişe dair bildiklerimizi sorgulamaktır.
Kendimize şunu zaman zaman sormalıyız; İş hakkında bildiklerinizin ne kadarı geçmiş hatalara verdiğiniz hatalı tepkiler tarafından belirlendi?
Tüm mutlu şirketler farklıdır: Her biri kendine özgü bir sorunu çözerek bir tekel kazanır. Tüm başarısız şirketler ise aynıdır: Rekabetten kaçınmayı bilememişlerdir.
Rekabetse hiç kimseye kâr sağlamaz, hiçbir anlamlı farklılık sunmaz ve ayakta kalmak için mücadele anlamına gelir. Rekabeti öğütler, gerekliliğini içselleştirir ve buyruklarını yasalaştırırız; sonuç olarak da kendimizi onun içine hapsederiz – ne kadar çok rekabet edersek, o kadar az kazanırız.
Ancak rekabet, iş değil, gerçekten savaş gibidir: Sözde gerekli, güya yürekli ancak sonuç olarak yıkıcı.
Sığ insanlar şansa inanır, koşullara inanır… Güçlü insanlarsa sebep ve sonuca.
Tüm diğer ülkeler Çin’in dünyayı ele geçireceğinden korkmaktadır; Çin ise öyle olmayacağından korkan tek ülkedir.
Şirketler para kazanmak için vardır, kaybetmek için değil.
Gündelik dilimiz bile teknolojik bir tarihin sonuna inandığımızı gösteriyor: Dünyanın sözde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler olarak ikiye ayrılması aslında “gelişmiş” ülkelerin çoktan yapılabileni gerçekleştirmiş olduğunu ve diğer fakir ülkelerin yalnızca gelişmiş ülkeleri yakalamaları gerektiğini ima ediyor.
Zenginlik yaratmak için dünyaya eski yöntemleri yaymak zenginler değil, yıkım yaratacak. Kısıtlı kaynaklara sahip olduğumuz dünyada, yeni teknoloji olmadan küreselleşme sürdürülebilir değildir.
Silikon Vadisi girişimcilerinin iş yaklaşımına yön vermeyi sürdüren dört büyük ders:
- Kademeli ilerleyin.
Büyük vizyonlar balonu şişirir, o yüzden hoş görülmemelidir. Çok büyük işler başarabileceğini iddia eden herkesten şüphelenilebilir ve dünyayı değiştirmek isteyen herkes daha alçak gönüllü olmalıdır. Küçük, kademeli adımlar ileriye giden tek güvenli yoldur.
- Yalın ve esnek olun.
Tüm şirketler “yalın” olmalıdır, bu “plansız” olmanın anahtarıdır. İşinizin nasıl ilerleyeceğini bilmemelisiniz; planlamak küstahlıktır ve esnek değildir. Onun yerine bir şeyler deneyebilir, “yineleyebilir” ve girişimciliği agnostik deneyimleme olarak görebilirsiniz.
- Rekabeti geliştirin.
Zamanından önce yeni bir pazar yaratmayı denemeyin. Gerçek bir işinizin olup olmadığını öğrenmenin tek yolu hâlihazırdaki müşterilerle o işe girişmektir; böylece şirketinizi başarılı rakiplerce zaten sunulan tanınmış ürünleri geliştirerek inşa edebilirsiniz.
- Ürünlere odaklanın, satışlara değil.
Eğer ürününüzü satmak için reklama ya da satış elemanlarına ihtiyaç duyuyorsanız, o zaman ürününüz çok iyi değildir: Teknoloji öncelikli olarak ürün gelişimi üzerinedir, dağıtım üzerine değil. Balon dönemi reklamcılığı, açık ve net olarak ziyandı, bu yüzden tek sürdürülebilir büyüme, viral büyümedir.
Karşıt ilkeler muhtemelen daha doğru:
- Onemsiz işler yapmaktansa cesur riskler almak daha iyidir.
- Kötü bir plan, plansızlıktan iyidir.
- Rekabetçi bir pazar kârları yok eder.
- Satış en az ürün kadar önemlidir.
Tolstoy Anna Karenina’nın girişinde bir gözlem yapar: “Tüm mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aile ise kendine özgü bir mutsuzluğa sahiptir.”
İş dünyasında bu tam tersidir. Tüm mutlu şirketler farklıdır: Her biri kendine özgü bir sorunu çözerek bir tekel kazanır. Tüm başarısız şirketler ise aynıdır: Rekabetten kaçınmayı bilememişlerdir.
Rekabetse hiç kimseye kâr sağlamaz, hiçbir anlamlı farklılık sunmaz ve ayakta kalmak için mücadele anlamına gelir. Peki, insanlar neden rekabetin sağlıklı olduğuna inanır?
Rekabeti öğütler, gerekliliğini içselleştirir ve buyruklarını yasalaştırırız; sonuç olarak da kendimizi onun içine hapsederiz – ne kadar çok rekabet edersek, o kadar az kazanırız.
Rekabet, iş değil, gerçekten savaş gibidir: Sözde gerekli, güya yürekli ancak sonuç olarak yıkıcı.
Malcolm Gladwell Outliers: “şanslı anların ve rastgele avantajların bir yaması”
Ralph Waldo Emerson: “Sığ insanlar şansa inanır, , koşullara inanır… Güçlü insanlarsa sebep ve sonuca.”
Güney Kutbu’na ulaşan ilk kâşif Roald Amundsen: “Zafer her şeyi düzenli tutan insanları bekler – diğerleri buna şans der.”
Kesinci bakış, katı kanaatleri tercih eder. Çok yönlü sıradanlığın peşinden gitmekten ve ona “çok yönlülük” demektense, kesinci insan yapılacak en iyi şeye karar verir ve onu yapar. Kendini diğerlerinden farksız bir hale getirmek için yılmadan çalışmak yerine somut bir şeyde çok iyi olmak için çaba sarf eder – bir konuda tekel olmak için.
Özel sermaye yatırımcıları ve yönetim danışmanları yeni işler başlatmazlar; eski işlerden devamlı yöntemsel bir iyimserlikle ekstra verimlilik çıkarmaya çalışırlar.
Her girişimci, şirketinin başarıya ulaşarak değerli olup olmayacağını düşünmelidir. Her birey kaçınılmaz olarak bir yatırımcıdır. Bir kariyer seçtiğinizde yaptığınız işin bundan on yıllar sonra değerli olacağı inancıyla hareket edersiniz.
