Kitap Notları

Hikaye Anlatıcılığı Kılavuzu

Sen neden yazmıyorsun?

Sıklıkla duyduğum üç kelime.

Okuma serüvenim okumayı öğrendiğim beş yaşımda bulduğum her şeyi okuyarak başladı.

Hatırladığım kadarıyla ilk okuduklarım rahmetli dedemin okunmuş gazeteleriydi.

Okunmuş diyorum çünkü o okumadan benim onlara el sürmem söz konusu bile olmazdı 🙂

Çeşitli konularda kitap okuyan biri olarak çevremden her zaman sen neden yazmıyorsun baskısını üzerimden hissetmişimdir.

Kişisel kanaatimi söylemek gerekirse herkes yazmak ister ancak sadece yazanlar yazar olabilir.

Aşağıda altı çizili satırlarını okuyacağınız kitapta da aslında daha ilk sayfalardan itibaren buna değiniliyor.

Yazmazsan yazar olamazsın.

Yani sadece çok kitap okumak tek başına yazar olmak için yeterli gelmiyor.

Yazmak lazım. Yazmayı istemek lazım. Yazmaya başlamak lazım.

İstek.

Yok mu?

Evet var ancak zaman zaman yazarak bu istek tatmin olamıyor maalesef.

Sürekli yazmak lazım.

Ben kendi sorunumu biliyorum.

Sürekli yazmıyorum.

Yazamıyorum demedim.

Yazmak istemiyorum.

Okumak daha kolay geliyordur diyebilir beni dinlemeden veya tanımadan yargılayanlar.

Onlarda haklıdır belki de benim kendimce yazmamak için kendime sunduğum haklı nedenler kadar.

Bir süre daha okumanın keyfiyle baş başa kalmak istiyorum.

Bir gün bende yazayım artık dediğimde bana kılavuz olacak küçük bir kitaptan altı çizili satırları

gelin birlikte okuyalım.

Sürekli söylediğim gibi, altını çizdiği satırlar kitabın yerini tutmaz.

Yine de size bazı ip uçları verebilir.

Keyifli okumalar…

*****    *****   *****   *****   *****

“Yazar doğmak” diye bir şey yoktur.

Kötü haber:

Yazar olmak, doğuştan yazar olmak, yazar kumaşı taşımak diye bir şey yoktur. Yazar olduğun için yazmazsın; yazdığın, ısrarla yazdığın için yazar olursun. Yazmadan yazar olmak diye bir şey yoktur.

İyi haber:

Yazarsan yazar olursun ancak. Bu kadar. Yazar olmak istiyorsan, yazacaksın.

Şimdi düşün. Yazar olmanın mı peşindesin, yazmanın mı?

Yazmış mısın, yoksa yazar olmayı çok ama çok istiyorum duygusunda takılıp kalmış mısın?

Dünya üzerindeki pek çok şey gibi, yazmak da öğrenilebilir, öğretilebilir. Yazdıklarını yargılama yetkisine sahip yalnızca üç tür insan vardır bu dünyada: editörler, eleştirmenler ve yazdıklarını ulaştırdığın okurlar.

Bu üçünün dışında bir kimsenin, yazdıklarına ilişkin görüşlerine ihtiyaç duyma; zayıf bir ânında iktidarlarına sığınmışsan, söylediklerine inanma. Kendisi yazar olanın başka bir yazarı objektif ölçülerle değerlendirmesi olanaksızdır.

 

Nedir bu yaratıcılık?

Yaratıcılık, işe yarayan yeniliktir.

Her fikrin yeni olmasına gerek yok ama her yaratıcı fikrin yeni olması zorunlu.

Fikrimizin “yeni” olduğunu nereden bileceğiz?

Cevap basit: O alanın tarihini iyi bileceğiz. Aklımıza gelenin yeni olup olmadığına ancak o alanın tarihini iyi çalışmışsak karar verebiliriz. Bir alanın tarihi ancak çalışarak öğrenilir.

Hayatta -yazmak dahil- yaptığımız hemen her şeyi, tarif edilmiş ya da edilmemiş bir jüri için yaparız.

“Kendim için yazıyorum,” derseniz, kendinizi kandırırsınız sadece. Kimse yalnızca kendisi için yazmaz.

O zaman yarattığınız her ne ise işe yaraması lazım.

İnsanlık tarihinin bütün yaratıcı kimseleri, kendileri yaşarken ya da öldükten sonra, o muhteşem jüriden onay almış insanlardır. Yaptıkları, buldukları, getirdikleri yenilikler işe yaramıştır. Analarından yaratıcı doğdukları için değildir başarıları.

 

Hikâye anlatmak

İnsanoğlunun en iyi bildiği işlerden biri de hikâye anlatmaktır.

Siz kendi romanlarınızda, hikâyelerinizde, senaryolarınızda, derdiniz neyse onu anlatacaksınız. Burada, “nasıl anlatırsanız daha iyi anlatırsınız”, onun peşindeyiz.

Kahramanlar bir yolculuğa çıkıyor, yolculukta başlarına türlü işler geliyor, sonuçta geriye başka birisi olarak dönüyorlar. Eksik söyledim hem aynı kimse hem başka birisi olarak dönüyorlar. Dönüşüyorlar.

Aristoteles’in bundan kabaca 2600 yıl önce ortaya koyduğu dramatik dönüşüm ilkesi; Hikâyelerde kahramanlar, çıktıkları yolculuktan, o yolculukta başlarına gelenlerden dolayı, dönüşmüş olarak geri dönerler. Onların yolculuklarını omuz başlarından takip eden biz de-okurlar, seyirciler, dinleyiciler- onlarla dönüşürüz.

İyi hikâyeleri kötü hikâyelerden ayıran en temel unsur budur.

Yazmayı planladığınız hikâyede kim, nasıl birisiyken nereye gidiyor, başına neler geliyor, başına gelenlerden dolayı nasıl birisine dönüşerek geriye geliyor?

 

Bütünlük

İnsanlar eksik, yarım, natamam şeylerden kaçınmaya eğilimlidir. Onlara ne veriyorsanız verin, bütün bir şey vermelisiniz.

Bütünlük ilkesini, bir önceki bölümde konuştuğumuz yolculuk meselesiyle birleştirelim.

Külkedisi (1) evinde, (2) saraya gidiyor, (3) evine geri dönüyor.

Aklımızda yer etmiş, iyi yazılmış, kitleleri etkilemiş bütün hikâyelerde de böyle.

Giriş, gelişme, sonuç

Aristoteles, Poetika’sında dramatik bütünlüğü sağlamak için gerekli bu üç unsurun tariflerini de yapıyor;

“… Bir bütün ise, başı, ortası ve sonu olan şeydir. Baş, herhangi bir şeyin zorunlu sonucu olmayan şeydir. Ondan sonra ise zorunlu olarak bir şey gelir. Son ise tersine, bir başka şeyden sonra zorunlu olarak gelmesi gereken ve gerçekten de gelen şeydir. İyi kurulmuş öykülerin ne gelişigüzel başı olabilir ne de gelişigüzel sonu.”

Yazdığınız hikâyede okurlarla daha baştan ters düşmemek için Aristoteles’in bahsettiği bu bütünlüğü onlara vermeniz gerek. Vermemeyi tercih edebilirsiniz elbette ama o zaman başınıza geleceklere de ağlamayacaksınız.

Okurlara baş-orta-son bütünlüğünü vermeye hazırsak, yapacağımız başka bir şey var. O bütünlüğü nasıl vereceğimizi baştan bilmek.

 

Olay örgüsü

“Nereye gittiğini bilmiyorsan her yol oraya çıkar.”

Kahramanının nereye gideceğini bilmiyorsan, ne yazarsan yaz, yine nereye gittiğini bilmediği bir noktaya getireceksin zavallıyı.

Nedensellik bağı hikâyeler yazmak ve ilgiyle okutmak için vazgeçilmez bir ilke. Olaylar arasındaki nedensellik bağı.

Hayat dediğimiz şey bir rastlantılar bütünü. Yemekten zehirlenebiliriz, yolda otomobil çarpabilir, hayatımızın aşkına köşe başında rastlayabiliriz.

Hayatı güzel yapan belki de bu. Ancak romanları, filmleri, kısa öyküleri güzel yapmaz rastlantısallık. Rastlantısallık bir anlam içermez. Dağınıktır.

Biz anlatı eserleri okurken anlam ararız. Olan biteni anlamaya, kafamızda oturtmaya, sonra bunlardan bir sonuç çıkarmaya bayılırız. Salt rastlantısal ilerleyen anlatılarda bu zevki okurunuza yaşatamazsınız.

Çare, sağlam bir olay örgüsü kurmaktır. Yazarken nereye gideceğimizi bize bildirmesi için, okurun zihinsel beklentilerini karşılamak için.