Ben de onları taklit ederek anlamaya çabalıyordum hissettiklerini. Bedel ödemeden anlaya- bilmek ne kadar mümkünse. Bazen susuyor, bazen coşuyorlardı. Bazen de susarak coşuyorlardı. Bunu taklit edebilmek bile imkansızdı. Hele ki bu gürültülü dünyada bunu becerebilmek mucize gibi bir şeydi. Ayrıca yaşanmışlık gerektirdiği de aşikârdı. Gerçekten anlayabilmesi için hikayesi olmalıydı insanın, kendine mahsus bir hikayesi. Kendine mahsus olmasa da evrensel değerler çerçevesinde yaşadığına dair izler taşıyan bir hikayesi. Kendine mahsus olmasa da insanı insan yapan değerler doğrultusunda yaşadığına dair bir hikayesi. Kendine mahsus olmasa da oturup düşündüğünde anlatabileceği ve en azından insan olduğuna dair izler taşıyan bir hikayesi…
Yaşadığın korkular ve çektiğin sancılar geleceğini üretmiyorsa onda bir sorun vardır.
Sesler yankılanıyordu; uzaktan, yakından sesler. Duyabilenler için sesler yankılanıyordu. Duymasını bilenler için sesler. Herkesin sustuğu anlarda bile sesler yankılanıyordu. Çıt çıkmasa, bütün gece, hatta bütün evren sükût etse de. Ta ciğerlerine kadar çekmesen de havanın o kendi masum halinde bile. Kokusuz, tatsız, renksiz ama hayat veren halinde. Elbette ki duymasını bilene.
Hiç kulak verdin mi bu seslere, hiç alıcı gözüyle merak ettin mi? Kimileri için ne kadar da çoktular. Kimileri için ise yok. Kimileri için anlamlı, kimileri için ise anlamsız. Sessizliğin ta kalbindeki sesler en gerçek olanlarıydı, kim bilir. En gerçek, en derin, sana ait olanlar. Ne diyorlardı hiç kulak kabarttın mı? Hiç dinledin mi başını iki elinin arasına alıp. Ne diyor bu sesler ne demeye çalışıyor hiç kafa yordun mu?
Güzellikler dünyaya şölenle gelmez.
Çıkılan her bir yolculukta ya bir şeyleri geride bırakıyordu insan ya da yenilerini yüklüyordu omzuna.
Varılan her bir menzilde dönüp bakınca geçmişi- ne, eski kendisini görebilirdi. Kimilerinin hiç de tercih etmediği bu durum, kimilerinin de vazgeçilmeziydi.
Vazgeçtiklerinden ve vazgeçirildiklerinden oluşan bir dağ yığını peşini bırakmıyordu hiçbir zaman.
“Özde insan olmaya gelmiş bu nesnenin serüvenine ket vuracak her türden sisteme ve otoriteye boyun eğmesi yaradılışına ihanettir,” dedi. Ancak ne ilginçtir ki kendisinin de bu yolculuğu bir- çokları gibi farkında olmadan sisteme ve otoriteye boyun eğmekle başlayacaktı. Ay ve güneş herkesin lam- basıdır, hava herkesin havasıdır, su herkesin suyudur. Ekmek neden herkesin ekmeği değildir bilincine çok sonradan sahip olacaktı.
Ey kör! bu yer, bu gök, bu yıldızlar, boştur boş! Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir alacağın, o da boştur boş!
