Kitap Notları

Kibrin Tarihi

İnsanoğlu aya ayak bassa da, kendi gen haritasını çıkarsa da mamutları avladığımız o dönemlerden bu yana sosyal etkileşim yontulmadı.

Kibir, duygularımızdan en beyhude olanı. Bu hissiyat savaşları, felaketleri, nefretleri ve son derece büyük fiyaskoları doğurmuştur.

 

İnsan için hiçbir şey başarılı olunduğunda kibrin etkisine girmekten ve kendini tanrılar katında sanmasından daha tehlikeli değildir.

 

Başkalarının bize düşüncelerini dayatması sinir bozucuyken aynı şeyi biz başkasına yaptığımızda bu elbette “sağlam karakterli” olmanın göstergesidir.

 

Kibir öyle bir şeydir ki, herkese musallat olabilir. Kesinlikle kibirli olmadığını ileri sürmek de kibirdir.

 

Sağlıklı özgüven duygusunun, hastalıklı kibre dönüşmesi işten bile değildir Başarı kendini besler, birçok insanı büyülemesinden dolayı da felaketle noktalanır.

 

Özgüven patlaması, kişinin etrafını yanlış yorumlamasına ve değerlendirmesine neden olur. Bu kişi eninde sonunda Nemesis’le, yani intikam tanrıçası ile karşılaşır.

 

Kendi mükemmelliğinin rehavetiyle, kültürel olarak kendini üstün görerek ya da tekelleşmenin neden olduğu kendine yeterli- likle başkalarını küçümseme durumu çam deviren anlara dönüşebilir. Bu gibi anlarda gerginlik dayanılmaz bir hal alır ve sonunda yapının kırılması için kibirli bir hareket ya da uyarı yeterli hale gelir. Bir sonraki kırılmaya kadar devrimler olur, hava temizlenir ve ahlâk yine düzene koyulur.

 

Kendi değerini abartan insanlar diğerlerine yetki vermek yerine her şeye karışarak patronluk taslarlar. Yine bu insanlar teşekküre muhtaçtır ve başkalarının başarısından kendilerine pay biçerlerken kendi hatalarında başkalarını suçlarlar. Kendi reklamlarını yapmakla orantısız bir şekilde meşgul olurken başarının maddi emarelerine de taparlar. Eleştirilere karşı öfkeden çıldırır, hatalarını ve zaaflarını kabul etmek istemezler.

 

Kendini beğenmiş biriyle karşı karşıya kalmak çoğu defa yorucudur. Onları sürekli pohpohlamak gerekir, zira onlar için sessizlik eleştiri anlamındadır. 

Kibirli insan kendi yeteneklerinden ve mevkiinden dolayı hep kaygılıdır. 

 

Böyle insanların başkalarının kendilerini nasıl gördüklerine istinaden başkalarını değerlendirmelerini özellikle kınamak gerektiğini düşünür. Zira kibirli insan işbirliğine ve önerilere dayalı sorular sormaya isteksizdir, projelerin ve görevlerin sorumluluğunu tek başına üstlenir ve çoğu kez sorumluluklarını da yerine getiremez. 

 

Kibirli kişi kendi alçak gönüllülüğüne son derece önem verir başkalarına karşı tek taraflı olarak hiyerarşik davranışlar sergiler, böyle yaparak hem kişisel ilişkilerine zarar verir hem de yaşadığı toplumun yapısını örseler. Arkadaş ilişkilerinde adaletsizdir ve genellikle de incelikli, ihtiyatlı davranmaz.

 

Kimseye minnet etmek istemez, zira ona göre diğerlerini arkadaş olarak kabul etmiş olması zaten teşekkür mahiyetindedir.

 

Robert Sutton’a göre, araştırmalar gösteriyor ki, insanlar iktidar pozisyonuna eriştiklerinde daha çok konuşmaya başlarlar ve istediklerini elde ederler. Başkalarının söyledikleriyle, talepleriyle ve daha az nüfuz sahibi insanların nasıl karşılık verdikleriyle ilgilenmezler. Muktedir önceki halinden daha kaba saba davranır ve genellikle de bütün fırsatları ve insanları kendi ihtiyaçlarını gidermek için kullanmaya başlar. Güçten dolayı gözlerinin kamaşması ne kadar moronca davrandıklarını fark etmelerine engel olur.

 

Sosyal hayvanlar olarak hiyerarşiye alışığız. Görev dağılımı yapması ve grup içindeki anlaşmazlıkları engellemesi için lidere ihtiyacımız var. Hiyerarşi ne yazık ki, en büyük kibir olan zorbalığa neden olur. Bu durum, zorbalık yapanların zorbalık görenlerden daha iyi olduklarını düşünmeleri varsayımından ileri gelir.

 

Mutlulukla ilgili hatalı varsayımlardan biri mutlu olmanın bir şeylere bağlı olması zorunluluğudur.

 

Ego merkezli mutluluğun peşinden gitmek toplumlarımızın son derece rekabetçi olmasına yol açtı. Bencillik yüzünden toplumsallığı yitiririz ve bireysellik denizinde boğuluruz.

 Daha iyi bir mevkiye ulaşmak ve daha çok para kazanmak için kendimizi eğitiriz.

 

Aşırı iç rekabeti engelleyen kurumlar sadece daha medeni olmakla kalmaz, daha iyi sonuçlar da elde eder. Korkulması gerekmeyen kurumlar becerikli kişileri cezbederler. Onlarda fikirler özgürce yayılır. İnsanlar aşağılanmak için değil, saygı görmek için müthiş bir çaba sarf eder.

 

Hiç kimse sonsuza kadar yıldız kalamaz. Süreç içerisinde başkalarına yardım edebildiği ve saygı gösterebildiği müddetçe rekabet ve galibiyet hoş şeylerdir.

Gelgelelim kariyer başkalarının üzerinde pedal çevirerek ilerliyorsa, sonuç genellikle şahsi bir trajediden ibarettir.

 

Başkalarının ne hissettiğini kendi zihniyetimi ve ruh halimi anladığımda anlayabilirim. Kiti Müller

 

İki alfa erkeğinin yüz yüze gelmesi hayvanlar dünyasında kaçınılmaz bir kavgaya sebep olur. İnsanlar onlardan daha iyi değildir. En kötüsü de ötekinin mağlubiyetinin kazananın egosunun dayanılmazlığını artırmasıdır.

 

Basitçe söylemek gerekirse kibrin en kötü tezahürlerinden biri başkalarını dinlememektir.

 

Kendini beğenmiş insanlar kimseye ihtiyaçları olmadığına inanırlar. Gazı kökleyerek işe girişirler. Hız, daha tecrübeli çalışanların fikirlerine kulak vermeye zaman bırakmaz.

 

Kişi ne kadar büyük bir dâhi olursa olsun başkalarının fikirlerini dikkate almayı beceremezse işler yolunda gitmez.

 

Kibrin en kolayca teşhis edilebilen özelliği fikirlerin hiçbir surette değişim göstermemesidir, zira değişim, hataları kabul etme manasını taşır. Bu kibir hali de sadece diktatörler için değil, diğer devlet yöneticileri için de tehlikelidir. David Owen

 

Hiç kimse kusursuz değildir ve herkesin kendi fikirlerine olduğu kadar başkalarınınkine de ihtiyacı vardır. Haklı olduğunu ileri süren insan haksızlığı kabul edenden daha az inandırıcıdır.

 

Başkalarının görüşlerini hiçe saymak kaçınılmaz surette kayıplara neden olur. En tiksindirici olanı da bu durumun örtbas edilmesidir. Şirketlerde kararlar daha önceden alınmış olmasına rağmen çalışanların da görüşleri sorulur. Bir şirketin demokratik olmasına gerek yoktur, ancak gerçekte demokratik olmadığı halde öyle olduğunu iddia etmek o şirketi en sonunda ahlâken zarara uğratır.

 

Politikacılar ve ünlü kişiler övgüye aç olurlar. Bu açlıkla kişi dalkavukluğa duyarlı, eleştirilere karşıysa alerjik olur. İşte bu nedenle ünlü insanlar bütün eleştirilerin kirli bir motifin etkisinde olduğuna inanır. Herkes onları kıskanmaktadır ve şöhretlerinden dolayı da kızgındırlar.

 

Hem iyilikte hem de kötülükte bize yol gösteren tecrübelerimizdir. Ancak bilginin üstünlüğüyle ilgili kendini beğenme algısı yanlış bir özgüvene sebebiyet verir. Kendine güvenin aşırısı, öngörüde bulunurken, kim olduğumuzu ve yapabileceğimiz şeylerle ilgili yeteneklerimizi abartmak anlamına gelir. Özgüven bazen farkına varmadan kibre dönüşür. Başkalarının dış görünüşü, gelenekleri, lehçesi aptalca gelebilir. Kibir bütün duyguların en beyhudesi olmasına rağmen bu suçu işleriz, zira böyle olmak son derece kolaydır. Kibir ruh tembelliğidir ve ırkçılıkla aynı mantıkta işler: Varsayılan değerler üzerinden başkalarını daha tanımadan küçümsemek.

 

Avrupa medeniyetinin üstünlüğü görüşünü 18. ve 19. yüzyıl filozofları da desteklemişti. Akıl, her türlü beşerî faaliyetin üstündeydi ve yazı, aklın var oluşunun işaretiydi. Dolayısıyla sanatın ve bilimin önemine yazarak işaret edip sahip çıkanlar akıllıydı. Mesela Afrikalılar, Avrupa dillerinde yazmadıkları için Aydınlanma düşünürlerine göre onların tarihi, sanatı ve bilimi olamazdı. Hume, Hegel, Kant, Comte, Voltaire, Marx, Engels gibiler aşağılamalarını yazılarında açık açık belirttiler. Comte’a göre sadece Batı Avrupa kültürleri araştırmaya layıktı, zira diğer kültürlerin hepsi ilkeldi. David Hume, sadece Batı kültürünün medeni olduğu, zira bu durumun doğanın kanunu olduğu çıkarımında bulundu ve devam etti: “Afrikalılar medeni toplumlar arasında sayılmaz, zira zencilerin arasından yetenekli tek bir kişi dahi çıkmadı. Bu çocuklar ne sanatta ne bilimde ne de el işlerinde kayda değer hiçbir şey üretmediler.”

Aydınlanma döneminin en değerli filozoflarından Immanuel Kant hiçbir zaman Königsberg’ten dışarı çıkmadı ama başka kültürlerle ilgili cesurca yazılar kaleme aldı. O bile Hume’un ırkçı fikirlerini yüceltti. Estetikle ilgili eserinde (Güzellik ve Yücelik Duyguları Üzerine Gözlemler) Kant, ten renginin zihinsel yeteneklerdeki farklılıkları da belirlediğini iddia ediyordu: “Bu adamların tepeden tırnağa siyah olmaları aptallıklarının açık bir göstergesidir.”

Georg Wilhelm Friedrich Hegel’e göre, Çinliler ve Amerikalılar biçimsiz ve grotesk eserler üretmişlerdi. Onlar sembolik düşünemezlerdi. Batı sanatıysa ileri düzeyde soyut düşünceye dayanıyordu. Hegel’e göre, Afrika’nın ne hafızası vardı ne de tarihi, çünkü oralarda yazı bilinmiyordu. Hegel’in Afrika’sı, “Öz Farkındalık tarihinin aydınlığını gecenin kara rengiyle örtmüş bir çocuğun ülkesiydi. Afrikalıların hiçbir ilerlemeye ve medeniyete açık olamayacağına dair sağlam bir görünüşü vardı.

Üniversite amfilerinde eserleri üzerinde kafa patlatılan filozofların kibri, karşı olduklarını düşündükleri tavır, ayyuka çıkmış durumda. Onlar kendi kültürlerinin üstün oluşuna istinaden mitler yarattılar.

 

Önyargılar ve kendini beğenmişlik eğitim amaçlı kullanıldığında, söz konusu olan şey zihinsel tembellik mi, yoksa kasıtlı bir ideoloji mi diye düşünülebilir.

 

İnsanlar genellikle tanıdık ve güvenilir buldukları yakın çevrelerine değer verir. Bizi çevreleyen dünyaya dair tutumlarımız neyi normal, makul ve iyi olarak özümsediğimizi belirleyen tecrübelerimizle beslenir. Uzak diyarlar egzotik ama güvenilmez gelir. Farklı gelenekler, kültürler, diller ve yemekler gülünç olmaya, keyif kaçırmaya, hatta rahatsız etmeye başlar. Genel anlamda kendi sığınağımızda yaşamak daha kolaydır. Kendimizden olmayan bir kültürü anlamak daha fazla çaba sarf etmeyi gerektirir. Bu nedenle Eurovision’da komşu ülkeler birbirine oy verir, filmlere dublaj yapılır ve yurtdışında köfte-patates lezzetli gelen yiyeceklerdendir.

 

İnsanlar iktidara gelince başkalarının hal ve hareketlerini kendilerininkinden daha sert bir şekilde yargılıyor. İktidara gelenler kuralları yıkmanın kendilerine meşru olduğunu düşünürler, zira ne isterlerse yapabileceklerini bilirler. Yüksek mevkilerdeki insanların niçin kötü davrandıklarını anlamak için bu “haklı çıkma duygusu” olmazsa olmaz.

 

İnsanlar genellikle köşeye sıkışınca hareket geçme eğilimindedir. Çoğu da başarılı olur.

 

Özgüveni olan insanlar genellikle iktidarın doruklarına ulaşır ve başarının tadına varırlar. Ancak kendilerine yanlış bir şekilde güvendiklerinde, kibir için göz kamaştırıcı bir temel oluştururlar. 

 

Zıvanadan çıkmış bir özgüven hesapçı bir gurura, hoşgörülü bir hassasiyet ikircikliliğe, la- kayı bir hitabet de kibre dönüşür.

 

Hem evde hem işyerinde kendinden emin olmayı başarılı biçimde sürdürebilmek için sağlıksız özgüvenin çıkış noktası kontrol edilmelidir. Ancak o zaman, düzenli bir şekilde aynaya bakarak, kibirden kaçınılabilir.

 

Egonun faydadan daha çok tehdit oluşturduğu dört belirti:

  • Birincisi, sürekli kıyas yapmaya başlamamızdır. Bunu saplantı haline getiriyor ve diğerlerinden daha iyi olabilmek için zaman harcıyoruz. Kıyas, meslektaşları garipleştirir ve rakiplerden de sağlam iş ortaklığı çıkmaz.
  • İkinci belirti, lüzumsuz savunma ruhudur. Zira hiç kimse, her şeyi tam olarak bilemez; en iyi kararlar tartışmanın ve işbirliğinin neticesinde ortaya çıkar. Gelgelelim, çoğu defa fikrimizi değil de kendimizi savunuyor muşçasına tutumumuzu savunuruz. En kötü durumda verilen karşılıkları kabul etmiyor ve özür dileklerini elimizin tersiyle itiyorum: Tartışma yapaylaşıyor ve sığlaşıyor.
  • Üçüncü belirti mükemmelliğimizi sahnelediğimiz ego patlamasıdır kuşkusuz. Yeteneğin üstünü kapatmamalıyız fakat esas mevzudan uzaklaşıp bütün enerjiyi onu lüzumsuzca ön plana çıkarmak için de harcamamalıyız. İnsanlar kendi üstün yeteneklerinin başkaları tarafından ne kadar çok takdir edildiğini zannederse, fikirleri muhtemelen en iyisi de olsa, başkaları tarafından o kadar az ciddiye alınırlar. 
  • Dördüncü belirti de onaylanma arayışı içinde olmaktır. Toplu alkış tufanı iyi sonuçlar doğurmaz. Yöneticilik, kendini değerlendirmek için yüksek mevkiye ihtiyacı olmadığını kabul etmektir. Başkalarının görüşlerine karşı fazla hassas olursak, kendimize karşı dürüst olamayız.

 

Özünde erdemi barındıran bilge insan kendini göstermeye çalışmaz, bu nedenle onu herkes görür. O, kendinden bahsetmez, bu nedenle göze çarpar. Yapmaya heveslendiği şeylerle gösteriş yapmaz, bu nedenle başarılıdır. O, isiyle övünmez, bu nedenle kalıcıdır. O, kimseyle rekabet etmez, bu nedenle gök kubbenin altında onunla mücadele edebilecek hiç kimse yoktur. Tao Te Ching – Lao Tzu

 

Bütün başarılı işlerin merkezinde, kendini başkasının yerine koyma hüneri vardır. Farklılıklardan ve zıtlıklardan oluşan fikirlere tahammül edilmesi genellikle ilgi çekici faaliyetlerin ve güçlü bir ekonominin oluşmasını sağlar. Birçok büyük keşif, farklı bilim dallarının verimli anlaşmazlık noktalarından doğmuştur.

 

“Dinî ihtilafların siyaseti etkilemesine izin verme; intikamda şiddetli olma, kurultayı güvenilir, temkinli, işine vakıf olabilen adamlardan oluştur; özür dilendiğinde kabul et.” Ekber Şah’ın oğluna tavsiyesi

 

“Demokrasi nankörlüğü ve disiplinsizliği beraberinde getirir. Halk, yeterince mülayim olmayan ya da vatandaşa özgürlükler vaat etmeyen yöneticileri diktatörlükle suçlar. Baba, oğluyla emsal olmaya ve ondan korkmaya alışır; oğul da hem kendisini babasıyla bir tutar hem de özgür olacağım diye ebeveynlerine itibar etmez ve onlardan hiçbir surette korkmaz. 

Böyle bir devlette öğretmen öğrencisinden korkar ve ona dalkavukluk eder; öğrenciler de öğretmenlerini ve danışmanlarını hor görür. Bu gençler kendilerini genel olarak yaşlılarla denk görür ve onların laflarını ve davranışlarını sergiler; yaşlılar da onların seviyesine iner ve huysuz, dediğim dedik görünmemek için gençleri taklit eder.”

 

Konuşurken hiçbir şey öğrenemezsin. Dinlemek hem genel kültürü arttırır hem de arkadaş çevresini genişletir. Japon Atasözü

 

İktidarın zirvesinde uzun süre kalabilmevi başaranlar ya dinlemeyi bilenler ya da en azından dinliyormuş gibi yapanlardır. Onlar konuşmacıya doğru eğilir, empati dolu bakışlarla kulak kesilirler. Karizmatiktirler, zira konuşan kişinin kendisini önemli hissetmesini sağlarlar.

 

Bilgelik, kişinin kendi kusurlarını kabulü ve kendininkiler de dahil olmak üzere her türlü fikri eleştirel bir incelemeye tabi tutmaya hazır olmaktır. Bu yaklaşım, kendimizi değersizleştirme durumunu kanıksamamız gerektiği anlamını taşımaz.

 

Başkalarından ziyade kendimize daha çok gülebilmeyi öğrenebilseydik eğer, dünya her şeye rağmen daha iyi bir yer haline gelebilirdi.

 

Şans denilen şeyin öngörülemezlik durumu olduğunu kişinin kendisine hatırlatmasıyla kibrin tedavi edebileceğini antik dönem filozoflarından Sakızlı Aristo, bundan yaklaşık 2.200 yıl önce yazmıştı. Zira şans değişime uğrar; kendini beğenmişlik için nedenimiz olduğunda alçak gönüllü olmayı ve buna karşılık zayıf olduğumuzu hissettiğimizde kendimizi cesaretlendirmeyi öğrenmemiz gerek. Önemli mevkilere gelmiş kişi, başkalarına karşı adilane ve doğal, rahat biçimde muamele ettiğinde daha etkili olmaktadır. Şahsiyetin yüceliği dolambaçsız, insanca ve empatik davranmaya dayanır.