Kitap Notları

Abdülhamid Gerçeği

Abdülhamid’e şunu anımsattım: Liberal kurumlara sahip, yüksek derecede uygar bazı ülkelerde iktidarın sadece belirli bir sınıfın elinde olmasından ve en yüksek görevlere götüren mesleklerin parası ve etkenliği olmayanlara kapalı tutulmasından yakınılmaktadır. Buna karşılık politik sistemi salt bir despotizm sayılan Türkiye’de herkes, hatta bir kayıkçı sadrazam olmayı umut edebilir.

Abdülhamid hemen yanıtladı: Kuşkusuz bu uyruklarım arasında var olan sosyal eşitliğin bir kanıtıdır ama aynı zamanda neden o kadar çok bozuk ve cahil adamın iktidara geldiğinin ve ülkeye o kadar çok zarar verdiklerinin de sebebidir. Ve şunları ekledi: Kamu görevlerini elde etmek için, tek olmasa da en iyi araç para olduğu sürece, genel kokuşma olmasının ve de gerekli bilgisi, yeteneği, deneyimi olmayanların hükümet görevlilerine gelmesinin şaşılacak hiçbir tarafı yoktur.” (FO-78/2951 No. 442; 28.V.1879)

Sorunun bir sistem sorunu değil, aracıların kötülüğü sorunu olduğu inancı Abdülhamit’e kadar yer etmiştir ki anılarında, Japonya’nın bir hiçlikten birdenbire ileri bir ülke haline gelişinin sebebini de aynı gerekçeye bağlamıştır.

“Mikado’nun etrafında toplanan eazımı (büyük adamlar) ben bulamadım. Gerek mevcutlarda, gerek benim yetiştirdiklerimde daima bir şey vardı ki her emeli terakkiyi nefessiz bırakıyordu.”

İstibdat sözcüğünün Arapça asıl karşılığı “başlı başına olma, bağımsız olma”dır. Yani hükümdarın istibdati dendiği zaman, bunun anlamı “zulmü” değil, hükümdarın kendi dışındaki güçlerin etkisi altında olmaması, onlardan bağımsız olması anlaşılır. Kuşkusuz hükümdarın şeriat dairesinde davrandığı kabul edildiğinden, şeriat dışında başka hiçbir şeyle bağımlı olmaması demektir. Kısacası padişahın “müstebit” olması bir İslâmi koşuldur. Ancak sözcüğün “keyfilik” ve ondan yaklaşımla “zulum” anlamında da kullanılması ve pratikte bu anlama uygun davranışların daha yoğun olması sonucu, halk arasında bu içerik yer etmiştir.

Abdülhamit’in “dünyada hiçbir ihtilâlci görülmemiştir ki yıkmakta gösterdiği başarıyı yapmak hususunda gösterebilmiş olsun” fikri, çoğunluğun görüşünü yansıtıyordu.

Yeni pazarlar arayan Avrupa sanayii, tüketim ekonomisine bendiliğinden girmesi güç olan Osmanlı’yı, bol ve garantisiz borclarla bir ithalat pazarı olmaya zorlamış, “suni tüketici” bir toplum belirmiştir. Borçlarını değil, borçlarının faizini bile ödeyemeyen bir toplum…

Abdülhamit evvelce de belirttiğimiz gibi kuşkusuz Masonluğa karşıydı ama işin pratiğinde, onlar politik eyleme girmedikçe bu karşıtlığını asla ortaya koymamıştır. Bu açıdan, sonraki Abdülhamitçilerin ileri sürdükleri sekilde kendisinin Masonluğun kökünü kazıtma çabaları içinde olduğu iddialarına inanmak olanaksızlaşıyor. Aksine kurumu kendi çıkarına kullanmak için yollar aradığı ve bulduğu görülüyor.

Abdülhamit’in açıkça eleştiriye uğramış bir diğer uygulaması da bütün İslam dünyasına hitap edecek bir “ulumu diniye ve fünunu cedide”yi yansıtır bir “İslam gazetesi” yayınlatmamış olmasıdır. Mizan’ın bu gözlemi (8.V.1890) gerçekten önemlidir.

Abdülhamit’in son on yıllık saltanatı sırasında Panislamcılık’tan dolayı kendisine yöneltilen suçlamaların artması, onun herhangi bir şey yapmış olmasından değil, Avrupa’nın korkusunun artmasından ileri geliyordu.

Abdülhamit saltanatının 1900’lü yıllarında, Hicaz Hamidiye demiryolu girişimi ve bunu başarıya ulaştırabilmiş olması, asıl amacının “Türk ve Müslümanların da teknik ve ekonomik bağımsızlıkla eserler başarabileceklerini kanıtlamak” olduğu anlaşılmaktadır.

Türkler ve Müslümanların böyle bir düzeye -Avrupa yardımı olmadan iş başarmak- varmamış oldukları sık sık yinelendi. Ancak inşaatın Avrupalılarca yapılanlardan 1/3 oranında daha hızlı gerçekleşmesi, maliyetinin yarı yarıya ucuzluğu ve kalitesinin yarım yüzyıldan fazla zaman sonra da hiç tamirsiz çalışacak nitelikte olması, bu küçümsemeleri yalancı çıkardı.

Abdülhamit bir başarısızlık durumunda bütün prestijini kaybedebileceğini biliyordu, bu yüz çalışmalarla doğrudan ve her gün bilgi alarak ilgilendi. 1908’de tahta çıkışının 33. yıldönümünde Medine istasyonu açıldı. Böylece, o zamana kadar demiryolu inşaatı uzmanı bulunmayan toplumumuz ilk teknisyenlerini kazanmış ve bunlar Cumhuriyet dönemindeki “ülkeyi demir ağlarla örme” çabasının öncüleri olmuşlardır.

Abdülhamit’in son on yıllık saltanatı sırasında Panislamcilık’tan dolayı kendisine yöneltilen suçlamaların artması, onun herhangi bir şey yapmış olmasından değil, Avrupa’nın korkusunun artmasından ileri geliyordu.

Muktesid (iktisatçı) Musa tarafından kaleme alınan, Tercüman-ı Hakikat’teki “Hattı Âli-i Hicaz’ın Menafi-i Maneviye ve Maddiyesi” baslıklı bir yazı dizisi (2 Nisan-11 Ağustos 1904 arasında 21 yazı);

Avrupalıları ayrıca rahatsız eden, mali olanakları yetersiz olduğu halde Osmanlının Avrupa sermayesini işin içine karıştırmaması ve İslam dünyasından bağış şeklinde para toplama projesi gerçekleşirse bunun gelecekte başka projelere de yansıması olasılığıydı.

Bu görüşü, Abdülhamit’in hep yabancı sermayeye bağlı kalma yanlısı olduğu yolundaki iddiaların düzeltilmesi gerektiğini gösteriyor.

Abdülhamit’in 33 yıllık saltanatının sadece hilafet konusu ele alınsa, nasıl bir karmaşa içinde geçtiğini anlatmaya yeterlidir. Buna kim ve nasıl bir çare. bulabilirdi, yanıtlaması güçtür.

Abdülhamit hiçbir zaman Panislamizm’i düşünmemiş ve çevresindekilerin de bu konuyu işlemesine izin vermemiştir. Bütün yaptığı, Avrupa kışkırtmasiyla başlayan Arap Hilâfeti kampanyasına karşı tahtını ve devletini korumaya çalışmaktan ibaret kalmıştır.

Onu, liderliğine geldiği bir kurumu çökmekten kurtarmaya calışan dürüst bir insan saymak gerekir. Başka alanlarda zorunlu ödünler verirken inanç alanında ödüncü olmamaya özel özen göstermiştir. Sömürgeci güçlerle anlaşarak o makamı ele geçirmeye çalışanlarla ya da dünyanın gidişatından habersiz olarak cihan egemenliği hayali kuranlarla karşılaştırılırsa çok daha saygıdeğer ve güvenilir kimse olduğunu kabul gerekir. Avrupalı sömürgecilerin “Bilinçli Korkusu’nun (Ya bütün Müslümanlar birleşip ayaklanırsa) karşısına sadece “ekonomik, siyasi özgürlüklerimiz gitse ne gam, dinimiz elde kalsın da” diyen “Bilinçsiz Korku Sahiplerinden” değildi.