En yüksek sesle havlayan en küçük köpektir.
Kendine güven duyan biri kendine güven duyduğunu kanıtlama ihtiyacı hissetmez.
Çağdaş toplumumuz, tüketici kültürü ve hey bak-benim-karım-seninkinden-daha-havalı sosyal medyasıyla, bir nesil insanı kaygı, korku, suçluluk gibi negatif deneyimlere sahip olmanın kesinlikle doğru olmadığına inandırdı. Demek istediğim şu, Facebook sayfalarına bakarsanız herkesin çok eğlendiğini göreceksiniz! TV’den on altı yaşında bir çocuğa doğum gününde Ferrari armağan edildiğini öğreneceksiniz. Başka bir velet de tuvalet kâğıdınız bitince size otomatik olarak tuvalet kâğıdı gönderen bir uygulama yazıp iki milyar dolar kazanmış olacak!
Daha pozitif bir deneyimi arzu etmenin kendisi negatif bir deneyimdir. Ve paradoksal olarak, insanın negatif deneyimini kabul etmesinin kendisi pozitif bir deneyimdir.
Mutluluğun nedenini aramaya devam ederseniz asla mutlu olamazsınız. Yaşamın anlamını ararsanız asla yaşayamazsınız. Albert Camus
Yaşamda bir değeri olan her şey ona bağlı negatif deneyimin üstesinden gelmekle kazanılır.
Hayatımda birçok şeye kafamı taktım. Birçok şeye de aldırmadım. Ve tıpkı gidilmeyen yol gibi farkı yaratan aldırmadıklarımdı.
Çok fazla kafaya takarsanız, herkesi ve her şeyi kafaya takarsanız, sürekli rahat ve mutlu olmaya hak kazandığınızı düşünürsünüz, her şey tam da sizin istediğiniz gibi olacaktır. İşte bu düşünce hastalıklıdır ve kanınızı emer. Her tersliği haksızlık, her mücadeleyi başarısızlık, her tutarsızlığı kişisel bir eksiklik, her anlaşmazlığı ihanet olarak görmeye başlarsınız. Kafatasınızın boyutlarındaki küçük cehenneminize kısılırsınız, her şeyi kendinize hak görerek durmadan yaygara kopartırsınız, daireler çizip durursunuz, sürekli hareket halindesinizdir, ama hiçbir yere varamazsınız.
Kafaya takmamak kayıtsız olmak anlamına gelmez; kayıtsız olmanın sizi rahatsız etmemesi anlamına gelir.
Nereye giderseniz gidin, sizi bekleyen bir sorun yumağı vardır. Bunda bir sorun da yoktur. Mesele bu yığından kaçmak değil, mesele uğraşmaktan hoşlanacağınız yumağı bulmaktır. .
Zıtlıkları kafaya takmamak için o zıtlıklardan daha önemli bir şeyi kafanıza takmanız gereklidir.
Farkında olsanız da olmasanız da her zaman neyi kafanıza takacağınızı seçiyorsunuz.
Istırabı aşmanın tek yolu önce ona katlanmayı öğrenmektir.
Bir sorunun çözümü sadece bir sonrakini yaratır.
Sorunsuz bir hayatı umut etme, öyle bir şey yok. Bunun yerine iyi sorunlarla dolu bir hayat dile.
Sorunlar asla bitmez; farklılaşırlar ve/veya bir üst seviyeye çıkarlar.
Mutluluk sürekli bir çalışmadır çünkü sorun çözmek sürekli bir çalışmadır, bugünün sorunlarının çözümleri yarının sorunlarının temellerini oluşturur ve bu böyle sürer gider. Hakiki mutluluğa sadece hoşunuza giden sorunları bulduğunuzda ve onları çözerken zevk aldığınızda ulaşabilirsiniz.
Duygular tek bir amaçla gelişmiştir: Biraz daha iyi yaşamamıza ve ürememize yardım etmek için. Bu kadar.
Duygular sizi faydalı değişimlere yönelten biyolojik sinyallerdir.
Duygular hayat denklemimizin bir parçasıdır, ama denklemin tamamı değildir. Bir şey konusunda kendimizi iyi hissetmemiz onun iyi olduğu anlamına gelmez. Aynı şekilde bir şeyin bize kendimizi kötü hissettirmesi de onun kötü olması demek değildir. Duygular sadece işaretlerdir, nörobiyolojimizin bize önermeleridir, emir değillerdir. Bu nedenle her zaman duygularımıza güvenemeyiz. Bana kalırsa onları sorgulama alışkanlığı geliştirmeliyiz.
Olumsuz duyguları inkâr etmek kişinin sorun çözmesinde yardım edecek geri-besleme mekanizmalarının da çoğunu inkâr etmek anlamına gelir.
Duygular kalıcı değildir. Bugün bizi mutlu eden yarın mutlu etmeyecektir çünkü biyolojimizin her zaman daha fazlasına ihtiyacı vardır.
Ulaşabileceğimiz nihai bir mutluluk olduğu fikrini severiz. Tüm ıstıraplarımızı kalıcı olarak dindirebileceğimiz fikrini severiz. Hayatımızın sonuna kadar mutlu ve tatmin içinde yaşayacağımız düşüncesini severiz.
Ama bunların hiçbirini yapamayız.
Mutluluk mücadele gerektirir.
İnsanlar kendi işlerini kurmak isterler. Ama risk almadan, belirsizliğe, art arda gelen başarısızlıklara, hemen hemen hiçbir şey kazanmayan bir işe inanılmaz saatler harcamaya razı olmadan başarılı bir girişimci olamazsınız.
Başarınızı belirleyen hangi ıstıraba katlanmaya razısın?” sorusudur. Mutluluğa uzanan yol engebelidir.
Basit bir dostluğun hazları, bir şey yaratmak, ihtiyacı olan birine yardım etmek, güzel bir kitap okumak, sevdiğiniz biriyle birlikte gülmek.
Kulağa sıkıcı geliyor, öyle değil mi? Çünkü bunlar olağan şeyler. Belki de olağan olmalarının bir nedeni vardır: Asıl önemli olan bunlardır.
Öz-farkındalık bir soğan gibidir. Bir sürü katmanı vardır. İlk katmanı, basitçe, insanın kendi duygularını anlamasıdır. İkinci katmanı neden bu şekilde hissettiğimizi sorabilme becerisidir. Sorgulama katmanı bizi üzen duygularımızın kökenindeki nedeni anlamamızı sağlar. Kökenindeki nedeni anladığımızda da ideal olarak onu değiştirecek bir şeyler yapabiliriz. Üçüncü seviye bizim öz değerlerimizdir. Neden bunu bir başarı/başarısızlık olarak kabul ediyorum? Kendimi nasıl ölçmeyi seçiyorum? Hangi standartlara göre kendimi ve çevremdekileri yargılıyorum?
Değer yargılarımız yaptığımız ve olduğumuz her şeyin temelidir.
Çoğu kimse bu neden sorularını yanıtlamakta korkunç beceriksizdir ve bu da kendi değer yargıları hakkında daha derin bilgi sahibi olmalarını engeller.
Öz-değerlerini her konuda sürekli haklı olmak üzerine kuranlar yaptıkları hatalardan bir şeyler öğrenme olanaklarını yok ederler. Yeni bakış açıları benimseyip başkalarıyla duygudaşlık kuramazlar. Yeni ve önemli enformasyona kendilerini kapatırlar.
Cahil olduğunuzu ve pek bir şey bilmediğinizi varsaymak çok daha faydalıdır. Bu sizi yüzeysel, hakkında iyi bilgi sahibi olmadığınız inançlardan korur ve öğrenme, büyüme kapısını açık tutar.
Kendimizi sürekli pozitif olmaya zorlarsak yaşamdaki sorunlarımızı inkâr ederiz. Böylelikle onları çözme ve daha & mutlu olma şansımızı da yitiririz. Sorunlar hayatımıza anlam ve önem katar. Sorunları yok saymak (sözde hoş olsa da) anlamsız bir varoluş demektir.
Bir gün geriye dönüp baktığınızda mücadele günlerinizin en güzel günleriniz olduğunu göreceksiniz. Freud
İyi ve Kötü Değer Yargıları Tanımlamak
İyi değer yargıları:
1) gerçeklere temellenirler
2) sosyal açıdan yapıcıdırlar
3) anlıktırlar ve kontrol edebilirler.
Kötü değer yargıları:
1) boş inançlara temellenirler
2) sosyal açıdan yıkıcıdırlar
3) anlık ve kontrol edilebilir değillerdir.
İyi, sağlıklı değer yargılarına bazı örnekler: Dürüstlük, yenilikçilik, savunmasızlık, kendi ayakları üzerinde durma, başkalarına destek olma, öz-saygı, merak, yardımseverlik, alçakgönüllülük, yaratıcılık.
Kötü, sağlıksız değer yargılarına bazı örnekler: manipülasyon ve şiddet aracılığıyla baskınlık, ayrım yapmadan seks peşinde koşmak, sürekli kendini iyi hissetmek, sürekli odak merkezi olmak, yalnız kalamamak, herkes tarafından sevilmek, sadece zengin olmak için zengin olmak.
Bir problemin ıstırap verici ya da güçlü olması arasındaki tek fark sıklıkla onu seçmemizdir, ondan sorumlu olmamızdır.
İçinde bulunduğunuz durumda mutsuzsanız, muhtemelen probleminizin bir kısmını kontrolünüz dışında hissetmektesiniz, yani ortada çözemeyeceğiniz bir sorun var, sizin seçiminiz olmadan omuzlarınıza binmiş bir sorun.
Sorunlarımızı seçtiğimizi hissettiğimizde güçleniriz. Sorunlar biz istemeden üzerimize çöreklenince kendimizi kurban durumunda ve mutsuz hissederiz.
Büyük sorumluluklar büyük güç getirir.
Hayatımızda sorumluluk almayı kabul ettikçe daha fazla güç sahibi oluruz. Problemlerimizin sorumluluğunu kabul etmek onları çözmeye doğru atılan ilk adımdır.
Beş yüz yıl önce haritacılar California’nın bir ada olduğuna inanıyorlardı. Doktorlara kalırsa birinin kolunu kesmek (herhangi bir yerinden kan akıtmak) insanları iyileştiriyordu. Bilim adamlarına göre ateş phlogiston diye bir maddeden oluşuyordu. Yeni bir şey öğrenince “yanlıştan” “doğruya” gitmeyiz. Yanlıştan biraz daha az yanlışa gideriz. Kendimiz için nihai “doğru” yanıtı aramamalıyız, bunun verine bugün hatalı olduğumuz yerleri budayabilirsek, yarın biraz daha az hatalı oluruz.
Çoğu kimse hayatları hakkında “doğru” olmaya o kadar kafayı takmışlardır ki, aslında onu hiç yaşamazlar.
Emin olmak gelişmenin düşmanıdır. Hiçbir şey olana kadar kesin değildir ve olduktan sonra bile tartışmaya açıktır. Bu nedenle değer yargılarımızın kaçınılmaz kusurlarını kabul etmek her türlü büyüme için gereklidir.
Beş yüzyıl önceki insanların hayatlarına nasıl korkuyla baktığımıza bakın. Bana kalırsa beş yüz yıl sonra insanlar halimize ve kesinliklerimize çok gülecekler. Paramızın ve işlerimizin hayatlarımızı tanımlamasına izin vermemize gülecekler. En çok değer verdiğimiz insanları takdir etmekten korkarken hiçbir şey hak etmeyen ünlülere tapmamıza gülecekler. Törelerimize, batıl inançlarımıza, kaygılarımıza ve savaşlarımıza gülecekler; zalimliğimize şaşıracaklar. Sanatımızı araştırıp tarihimiz hakkında tartışacaklar. Hakkımızda hiçbirimizin haberdar olmadığımız gerçekleri anlayacaklar. Ve onlar da yanlış yapacaklar, ama bizden daha az yanlış.
Eski deyişteki gibi, her şeyi bildiğini sanan hiçbir şey öğrenmez. Öğrenebilmek için öncelikle o şeyi bilmememiz lazımdır. Bilmediğimizi itiraf ettikçe öğrenme konusunda daha fazla fırsat sahibi oluruz.
Bütün dünya size karşıymış gibi hissediyorsanız, muhtemelen size karşı olan kendinizden başkası yoktur.
Bir konuda ilerlemek binlerce küçük başarısızlık üzerine inşa edilir ve başarınızın cüssesi o şeyde ne kadar başarısız olduğunuza bağlıdır. Biri bir konuda sizden daha başarılıysa, muhtemelen sizden daha fazla başarısız olmuştur. Biri sizden daha kötüyse, muhtemelen sizin geçtiğiniz ıstıraplı öğrenim sürecinden geçmemiştir.
Başarısız olmayı göze alamıyorsak başarılı da olamayız.
Kendinize bir değer seçmeniz alternatif değerleri reddetmeniz anlamına gelir.
Fikir ayrılığı olmadan güven olmaz. Fikir ayrılığı kimin koşulsuz olarak, kimin kendi çıkarları için yanımızda olduğunu göstermek için vardır. Kimse sürekli evet diyen birine güvenemez.
