Hizmet veya ürün karşılığı paranın değiş tokuş edilmesi, tüm ikincil bağları güçlendirmekten ziyade koparır. Bir nesne, satın alındığında bir sahipten diğerine transfer edilmiş olur ve öncesindeki işgücüne, zamana ve mülkiyete dair tüm iddialar feshedilir. İktisadi bir işlemdeki taraflar temelli ödeşmiştir.
Para harcarken bilgi toplar, bu bilgileri havalı ve matematiksel bir işleme tabi tutarak bizim için en iyi olanın değerlendirilmesinde kullanırız. O an için, çıkarcı ve tutumlu kadına veya adama dönüşürüz; maliyeti getirisine göre tartar, işlemimizi yapar ve yolumuza devam ederiz.
Evliliğin ekonomi teorisinde bireyler, muhtemel birlikteliklerden elde edilebilecek kazançları hesaplar ve ona göre davranır. Bu kazançlar her şey olabilir; tam olarak ne olduklarının teori açısından önemi yoktur ve eşlerden her birinin “nitelik’lerinin çarpımından oluşur. Kazançlar eşlerin nitelikleriyle birlikte katlanarak artarken (beşin beşle çarpılmasının, ikinin ikiyle çarpılmasından çok daha büyük olduğu gibi), piyasadaki en yüksek nitelikli partnerlerin çift olmasıyla en yüksek “verimlilik kazancı” elde edilebilir. Daha düşük nitelikli eşler ise kendi hallerine bırakılmış olur.
Başarılı bir birliktelikte gelecekte doğabilecek “çatlak”ları tahmin edebilmek neredeyse imkânsız olmalıdır. Kaldı ki, eşlerin birbirlerinin iyi ya da kötü tüm niteliklerini daha ilk buluşmadan değerlendirmeleri de çok zordur; bu özellikler haftalar, aylar ve hatta yıllar içinde tesadüfen keşfedilir.
Philip Roscoe Ekonomi bilimi, lisanı ve araçları aracılığıyla hakkında teori oluşturduğu unsuru vücuda getirir: çıkarcı, hesapçı ve hatta güvenilmez insanı
Ekonominin dünyasında, para karşılığı değer, verimlilik ve yatırımın dönüşünü elde etmekle ilgileniriz ister günlük hayatın parmak hesabıyla, ister ekonomi biliminin karmaşık matematik modelleriyle saptanabiliyor olsunlar, ilgilendiklerimiz bunlardır.
Her durumda davranış tarzları ve sınırları, etrafımızdaki dünyanın özenle inşa edilmiş organizasyonu tarafından belirlenir.
Avrupa’da hâlâ borçlarını ödeyebilen ülkeler, a ekonomi teknokratlarını devletlerin başına getiriyor. Bu teknokratlar ağır ekonomik yaptırımları ve tasarruf önlemlerini toplumlara empoze etme görevini üstlenmiş idareciler konumunda. Ve bu toplumlar da, uygulanan politikalardan çıkarabileceğimiz gibi, hata yapmış ve cezalandırılmaları gerek. Sokaklarda isyancılar, hastanelerde ise bakım eksikliği var. Aynı sonuçları despot bir rejimin askerî harekâtları doğurmuş olsa, küresel kongrelerde sert konuşmalar yapılır, bölgeye asker sevk edilirdi. Ancak ekonomik politikalar dikte ettiğinde acı çekmeye izin vardır; reçete acıdır ama ilaç yutulmalıdır. Kriz öncesi şişen ekonomik balonda ve sonrasında gelmesi gereken zor zamanlarda, ekonomik modeller, teoriler ve hatta ideolojiler parlamentodaki temsilcilerimiz haline dönüştü.
Ekonomi biliminin siyasi kararlarımıza hükmetmesine izin verdik ve şimdi de kişisel ilişkilerimizi yönetmek için geliyor.
Ekonomi güçlü. ve eli sıkı bir analitik teknik; yine de ekonomiyi, gitgide daha fazla, bir davranış, seçim ve varoluş doktrini olarak algılıyoruz. Bu noktada ekonomi bilimi, bize dayanışma içinde olmayı, merhameti ve empati kurmayı unutturma tehlikesini taşıyor. Hayatın iyilikleriyle savaş içinde. Belki de dünyamızın karşı karşıya olduğu zorluklarda, bireylerin aydınlanmış kişisel çıkarlarına itimat etmek yerine, gerçekten müşterek davranmayı gerektirdiği bir dönemde ekonomi bilimi aşmamız gereken en büyük engeldir.
Bazı insanlar mütevazı doğar, bazı insanlar tevazuya ulaşır ve bazı insanlar da tevazuya mecburen sahiptir. Amartya Sen
Jeremy Bentham’a göre birçok insanın sefalete yakın olması, toplumun refahı için gerekli bir koşuldu. Kişisel çıkar, açlıkla, ahlaki yönden en üstün sert bir disiplinle birlikte dayatılmalıydı.
Aydınlanma dönemi düşünürlerinin bir eseri olan rasyonel, kişisel çıkarını düşünen birey fikri, işgücü piyasasının oluşturulmasıyla sahneye konuldu ve giderek artan açlık tehdidiyle dayatılmış oldu.
Endüstriyel kapitalizm kasten yapılmış hukuki yeniliklerin bir sonucudur. Yoksula yardımın kaldırılması, toprak ve sermaye üzerinde katı mülkiyet haklarının oluşturulması ve beraberinde Sanayi Devrimi’nin teknolojik ve organizasyonel yenilikleri (makineler, korkutucu motorlar, fabrikalar ve karanlık şeytani imalathaneler) ve kırsal kesimde yaşayan köylüyü endüstriyel işgücü kaynağı haline dönüştürmek için bütün bir tarım topluluğunun yerinden edilip açlıkla yüzleştirilmesi; bunların hepsi piyasalarda doğanın, fizik yasalarının ve dolayısıyla kutsal olanın bir aynası ve doğruluğun sahnesi olarak görülen anlayışla destekleniyordu. Bu dönüşümün ortasında kişisel çıkarıyla hareket eden; aile bağlarından, din ve devletten soyutlanmış iktisadi insan doğdu.
Ekonominin dili, benim seçimlerime, marjinal fayda ve fırsat maliyeti açısından bir çerçeve çizer; her bir ulaşım şeklinin bana sağladıklarına karşılık kaça mal olacağını ölçerek. Dünyanın belli bir durumunu var eder: problemi bu açıdan ele alan bir kişiye dönüştüğüm bir dünyayı var eder. Fiyatın, faydanın, paranın karşılığını almanın dili hem beni hem de problemin yapısını değiştirir; “fiyat” ve “fayda”nın gerçeklikle bağlantısı olsun ya da olmasın, bu kavramlar benim üzerimden hayata ve faaliyete geçer. Ekonominin kuralları ve mantığı içini doldururken, dünya çökmeye başlar. Ekonomi bilimi bize, bir kararın sınırlarının nereye dayandırılması gerektiğini, neyin önemli ve neyin önemsiz olduğunu söyler; bunu yaparken, bu sınırları koyar.
Gerçekler üretilir. “Fact” yani gerçek kelimesinin etimolojisi bile bunu tasdik eder çünkü kelime Latince facere, yanı “yapmak” kelimesinden türemiştir.
Eğer gerçekler üretiliyorsa, bir sosyoloğun söyleyebileceği gibi “sosyal olarak inşa ediliyorsa”, bu durumda hiçbir şeyin güvenilir olmadığı, her şeyin politik olduğu düşüncesi akla gelir. Bilimin uyguladığı aşırı etkiyi kaldırmaya, azaltmaya başlamak için bilim insanlarının da diğerleri gibi yalnızca bir grup uzman, belli bir ilgi alanına yoğunlaşmış güçlü bir grup olduğunu fark etmemiz gerekir. Bilim, laboratuvar önlüğü giymiş, tehlikeli, seçilmemiş politikacıdır. En azından bilim sosyolojisinin bize söylediği budur.
Ne bildiğimiz ve nasıl konuştuğumuz, kim olduğumuzu değiştirmeye başlar.
İnsanlar imkân bulursa kolektif çabalara borçlu olduğundan daha az katkı sağlar ama yine de kârdan tam pay alır.
1993 yılında Robert Frank ve meslektaşları tarafından yapılan bir araştırma, ekonomi öğrencilerinin diğer öğrencilere göre satma eğiliminin daha fazla olduğunu göstermiş ve “ekonomi biliminde yaygın olarak kullanılan kişisel çıkar modeline maruz kalmanın, insanların çıkarcı şekillerde davranma boyutlarını değiştirdiği” sonucuna varmıştır. Bir başka deyişle, kişisel çıkar öğretilebilir ve öğrenilebilir.
Zengin ve başarılı olma ihtimali veya tropik bir tatilde havuz kenarında laptopla çalışma ihtimali, yatırımcıyı mali kayıpların ezici gerçekliğine karşı kör etmek için yeterli güce sahiptir. Bu hayaller ne kadar egzotik olursa alınan risk de o kadar yüksek olur, yırtmak ve nihai kurtuluşu sağlamak düşüncesi motivasyonu yükseltir.
Ana-akım finansal yapının hayal kırıklığına uğrattığı insanlar, başlarının çaresine pek de dost canlısı olmayan bir piyasa içinde bakmaya zorlanır ve bu piyasada tam da aynı finansal kurumların avı haline getir. Dahası, bu düzen bize sosyal bir anlaşmanın parçası olarak sunulur; bu anlaşmayla kendimizi özgürleşmiş hissetmemiz ve yaşlılık günlerimiz için bir köşeye üç beş kuruş atabilmeye muktedir olduğumuzu sanmamız beklenir.
Eğitimi, derin düşünce, güven, empati ve risk içeren bir süreç olarak algılamaya karşı bir direnç vardır. Bunun yerine öğrencilerin çoğu eğitimi, bir dizi hedef, tik atılması gereken bir dizi kutucuk, belli türden bir vasıfla sonuçlanacak bir dizi belli seviyede çalışma olarak görüyor, burada öğrencinin görevi sadece tüketmek ve önceden başkaları tarafından hazmedilmiş bilgi öbeklerinin tekrarı şeklinde algılanıyor. Öğrenciler daha yüksek notlar alabilmek için daha kolay gördüğü dersleri seçiyor. Bu notları da daha iyi iş teklifleri ve daha yüksek maaş gibi tamamıyla dışsal faktörler neticesinde daha kıymetli görüyorlar. Öğrenmek, ezberlemek ve yeniden oluşturmak sürecine dönüşürken; sentezleme, eleştirme ve değerlendirme gibi daha üst düzey pedagojik amaçlar bir kenara itiliyor. Halbuki genç anlarımızın sahip olmalarına gerçekten ihtiyaç duyduğumuz beceriler, kısa vadenin de en kısasının ötesindeki her bağlamda öğrenciler için daha faydalı ve daha kıymetli.
HAYAT KAÇ PARA EDER?
1972 yılının başlarında ya da 1971’in sonlarında sıradan bir Amerikan ailesi bir Ford Pinto satın almıştı. Arabanın karbüratöründe imalat hatası vardı ve boğulma yapıp motorun aniden durması ihtimalini doğuruyordu. 28 Mayıs 1972’de Lilly Gray 6 aylık Pinto’ya binip, on üç yaşındaki oğlu Richard Grimshaw’yı da alarak Anaheim’a doğru yola koyuldu. Kocasıyla buluşmaya gidiyordu ama gideceği yere hiçbir zaman varamadı. Araba o gün otobanın ortasında arızalanmayı seçti, yoğun trafikte orta şeritte kalakaldı. Pinto’nun hemen ardındaki araç sıyrılmayı başarırken, 1962 model büyük bir Ford Galaxie duran arabaya çarptı ve parçaladı, çarpışma esnasında arka mili de benzin deposuna doğru itmişti. Diferansiyel kutusundan fırlayan civatalar depoyu deldi, çarpışmanın etkisiyle arabanın içine benzin püskürdü. Pinto parçalanırken birden patlama oldu ve Lilly’yle oğlu yangın söndürülmeden önce arabadan kaçmayı başarmış olsalar da feci şekilde yandı. Lilly birkaç gün içinde kalp yetmezliğinden öldü, oğlu Richard’ın ise bedeninde çok sayıda şekil bozukluğu oluştu; parmaklarını kaybetti, sol kulağının bir kısmı ve yüz derisinin büyük bölümü yandı.
Grimshaw ve Lilly’nin ailesi aracın güvenliksiz olduğunu öne sürerek Ford’a dava açtı. Grimshaw 1978 yılında 2,5 milyon dolar tazminat ve 12,5 milyon dolar cezai tazminat aldı, cezai tazminat daha sonra 3,5 milyon dolara düşürüldü. Jüri, “Ford’un kurumsal mantığının insanların güvenliğine karşı hissiz bir kayıtsızlık olduğu ortaya çıkmıştır”, yorumunu yapmıştı. Mahkeme, Ford’un tehlikenin farkında olduğuna ve nispeten ucuz üretim önlemlerini almamayı seçtiğine karar vermişti; bir başka deyişle Ford’un bir şekilde kâr etmek ile insan hayatını kıyasladığını ve birincisini seçtiğini söylüyordu. Mahkeme belgeleri muhtemel seçimleri de listeliyordu: 2,40 ve 1,80 dolara takviye parçalar, 4 dolara deponun çevresine koruyucu plaka, milin üzerine 5,79 dolara konulabilecek çift cidarlı depo, 8 dolara depo içinde bir benzin kesesi, 9,95 dolara deponun milin üzerine koruyucu bir plakayla birlikte yerleştirilmesi, 2,1 dolara daha pürüzsüz bir diferansiyel kutusu, 2,35 dolara koruyucu siperlik, 2,60 dolara tamponun güçlendirilmesi, 6,40 dolara yirmi santimlik bir çarpışma boşluğu oluşturulması. Ford yukarıdakilerden hiçbirini yerleştirmedi ve hikâye bir kurumsal ahlaksızlık efsanesine dönüştü; iş etiği öğrencilerine bundan bahsedilir olmuştu:
Şirketler, parayı insan hayatını kurtarmaya tercih eder.
Hayatın değeri, o toplumun üyelerinin bir insanın hayatını kurtarmak için ödemeye istekli olduğu miktardır.
Verimlilik tüm erdemlerin kraliçesi olamaz. Bazıları daha az görkemle süslenmiş olsalar da daha soyludur; hayırsız kavalyelerin ve verimsizliğin bile kendine göre yeri vardır. Her ilişki kusursuz olmak zorunda değildir; şu anda her partner de sizin için doğru kişi olmayabilir. Alınan riskler, açmazlar ve başarısızlıklar da büyük katkı yapar benliğimize. Zahmetli görünebilir belki ama bir insanın her şeyiyle dosdoğru olmadığını ve iki tarafın çaba sarf etmesi gerektiğini keşfetme süreci de aydınlatıcı olabilir. Hatta tüm bu karşılıklı dans eğlenceli bile olabilir. Ciddiyetsizlik ve uçarılık, maliyet ve faydanın asık suratlı dünyasında iz bırakmaya çalışır.
Bir başkasına empatiyle yaklaşabildiğimiz, karşılıklı anlayışla büyüyen güçlü ilişkiler kurabildiğimiz, kendimizi birbirimize adayabildiğimiz ve anlayabildiğimiz için farklıyız. Ancak kişisel çıkar anlayışının sistematik olarak dikte edilmesiyle, ilişki kurma kapasitemizi elimizden aldı ekonomi: zenginliğin eşi görülmemiş bir seviyeye ulaştığı bir çağda her zamankinden daha mutsuzuz.
Ekonominin gerçek maliyeti iste bu.
Bazı zamanlar, belki de ekonomiyi bütünüyle bir kenara bırakmalıyız. Aşka, sağlığa veya hatta sanata ekonomiyi karıştırmamalıyız. Yardımseverlik, toplumsal erdemler, aşk ve sağlık eylemlerle büyür ve bunlar ekonomisi yapılacak kit h kaynaklar değildir.
